Pazarlama ve iş ahlakı


Bir gruptaki yazışmalarımızda pazarlama ve iş ahkalı üzerine açılımlar yaptık.

Kendime ait olan iki cevabın burada da yayınlanmaya değer olduğunu düşünüyorum. Tartışmanın genel akışından kopuk olması bazı ifadeleri anlamsız kılabilir, ama genel olarak anlaşılabilecek içerikler:

Tartışmadaki bana ait ilk girdi:

“Hangi vadede olaya baktığımızı iyi düşünmek gerekli.

Burada bahsettiğimiz değerler sadece bir dinin ya da bir kültürün değerleri değil. İnsanlık tarihi boyunca çeşitli toplumlarda ortak olarak değer verilmiş, üzerinde durulmuş, farklı dinlerin ve farklı kültürlerin birbirine çok yakın şekilde benimsediği değerler.

Kısa ya da orta vadede çıkarlar için bu değerleri gözardı etmek bir şirketin ekonomisi açısından anlamlı olsa bile, ülkenin ekonomisi açısından yıkıcı olabilir.

Rusya’nın nüfusunun her sene bir milyona yaklaşan bir oranda azalmasında sizce içkinin, aile kavramının sarsılmış olmasının ne kadar etkisi var?

Avrupa’da insanların evlenmeyi büyük oranlarda terk etmiş olması, evlenenlerde de boşanma oranının yüksek olması, bu ülkelerin uzun vadede başarılı kalabilmelerine imkan bırakacak mı?

Ahlakla ilgili ortak kültürel değerlerin en temel kaygısı, nüfusun devamlılığı ve verimidir. Ailenin yıkıldığı yerde nüfusun sayısal olarak ve kültürel olarak tekrar üretilmesi mümkün olmaz. Sayısal olarak bekar anneler, aynı cins evliliklerinde yapay çocuklar, babası belirsiz çocuklarla da bir ölçüde üretim yapılabilse bile, bu ortaya çıkan çocuklarda toplumun kültürünün yeniden oluşturulabilmesi nasıl olacak?

Çevreye verilen zararlara aldırılmadan yapılan ticari karların nasıl yıkıcı olduğu yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Toplumun sosyal yapısına aldırılmadan yapılan ticari karların ne kadar yıkıcı olduğu da tamamen benzer bir konudur.

Bunun Müslüman, Hıristiyan, Budist, Yahudi falan olmakla bir ilgisi yok. Namuslu, aklı çalışan, ateist bir sosyolog da bu değerlerin zarar görmesinin ne kadar sakıncalı olduğunu kabul edecektir.

Unutmamalı ki, ateist ve evrimci bir sosyologa göre din evrim yoluyla ortaya çıkmış bir kavramdır. Diyelim ki evrim yoluyla ortaya çıktı, o zaman niye ortaya çıktı? Çünkü toplumların sürekliliğini sağlamada avantaj oluşturuyordu.

Bakış açımızı dinler ve kültürlerin ötesine, kısa ve orta vadenin ötesine çekersek, bir pazarlamacı olarak bu tür sorumlulukları da sırtımızda hissedebiliriz.

Cinayet işleyip kısa vadede kazanç sağlayanlar varsa, bizim de mi cinayet işlememiz gerekir? İyi düşünmek lazım.”

Ve ikincisi:

“Bakışınıza katılıyorum, ama kapitalizm artık epeyce yaşlandı. Gördü geçirdi. Geçmiş örnekler var ele alınabilecek.

Mesela sigara şirketlerinin uzun vadede karşılaştığı zorluklar ve toplu tazminat davaları, şirketlerin bu kadar açıkça sağlığa zararlı konulara yönelmelerinde bir parça endişe hissetmelerine sebep olmuştur.

Ayrıca şirketlerden ziyade tüketici kitlenin ve devletin hassas olması gerektiği de doğru. Ama şirketlerin müşterileri tüketici kitle ve devletlerin kanunlarına tabii olarak yaşıyorlar.

Mesela geçmişte İngiltere’de başlayan şeker boykotu sayesinde köleleri hayvandan aşağı bir şekilde kullanan şeker işletmeleri davranışlarını değiştirmek zorunda kaldı, giderek bu hareketin yayılmasıyla kölelik kalktı.

Devletin şirketleri ne kadar başıboş bırakacağı ya da ne kadar müdahaleci olacağı da tartışılagelen bir konu. Toplumun çıkarlarına aykırı davranan şirketlerin başına her zaman çok uzun vadede gelmiyor problemler. Enron ve danışmanlık firması Arthur Andersen iş etiğine uymadılar ve battılar. Üstelik onları batıran birilerinin ne olduğunu fark etmesi değildi. Hırsa o kadar kapıldılar ki, toplumu kandırmayı dozunda bırakamadılar. Kısa vadede firmayı çok hızlı büyüten hırsları ve muhasebe oyunları firmayı batırdı.

Bence bir şirketin cinselliği sömürmesinden daha sakıncalı bir durum iş etiğiyle ilgili. Doğruluk, dürüstlük, mesajların doğru olması… Bunlar cinselliğin kullanımından daha kritik olan konular.

Şirketleri bir yana bırakalım da, asıl ‘kişiler’ yani tüketiciler yani şirket çalışanları ne yapmalı? Eğer müşterileri olarak şirketlerin davranışlarına hassas olmazsak, çalışanları olarak yaptıklarını sorgulayıp bazen karşı çıkmayı gerekiyorsa iş değiştirmeyi göze almazsak, şirketin yanlışına ortak olmuş olmaz mıyız?

İrlanda’daki patates kıtlığının hikayesini okuyana kadar düşüncelerim hayli liberaldi benim. İnsanların yapıp ettikleriyle rasyonel sonuçların kendiliğinden ortaya çıkacağını, toplumsal dengenin kendi kendine oturacağını düşünürdüm. Sanırım 1800’lü yıllarda İrlanda’daki kıtlığın hikayesi. Patatese bulaşan bir zararlı yüzünden İrlanda’da bir sene patates rekoltesi çok düşük olur. İnsanlar açlık çekmeye başlarlar. İngiliz efendiler diğer bitkisel üretimlerin ihracatını aynen devam ettirirler İrlanda’dan. İkinci sene ve üçüncü sene patatesteki hastalık devam eder. İnsanları doyurmaya yönelik girişimler yapılmadığı gibi adadan dışarı diğer bitkisel ürünlerin de satışı devam eder. Bu arada serbest ticaret martavallarıyla ilgili konuşmalar yapar bazı İngilizler. İrlanda’nın şu anki nüfusu 4-5 milyon. 3 sene üst üste patates kıtlığı zamanında yanlış hatırlamıyorsam 1 milyon kadar insan ölür, 1 milyon kadarı da Amerika’ya falan beş parasız ölmek üzere bir halde göç ederler.

Bazen düzenin çarkları çok kesin ve keskin ve hatta ‘kendi içinde rasyonel’ işliyor gibi görünse de sorunları vardır, olabilir. Onlara bireyler olarak elimizden geldiğince düzeltici etki yapmaya çalışmamız gerekli.

Aslında olay gelip gelip, insanın geleceğini iç faktörlerin mi dış faktörlerin mi belirlediğine dayanıyor bence. Eğer dünyada tüm belirleyicilerin dışımızdaki faktörler olduğunu düşünürsek, sadece bir gözlemci olarak mevcut düzeni anlamaya çalışır ve orada bir dişli olmaktan öte bir şey yapmayız. Eğer geleceğimizi kendimiz belirlediğimizi düşünürsek, belki hata yapmış oluruz ama en azından elimizden ne geliyorsa onu yapmaya çalışırız.

Hayat tabii ki siyah ve beyaz değil. Haklı olduğunuz pek çok nokta var, benim de haklı olduğum pek çok nokta var. Farklı bakış açılarını ortaya koymaya çalışmak fikirlerimizi zenginleştirir, bize, bana, size ve okuduğunu umduğumuz başkalarına belki başka hareket tarzlarıyla ilgili kıvılcımlar sunar.”

Bu yazı Denemelerim, Eserlerim, Sosyoloji içinde yayınlandı ve , , olarak etiketlendi. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Yorum bırakın